SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SAVM BAHSİ

<< 2442 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ عَنْ مَالِكٍ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا قَالَتْ كَانَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ يَوْمًا تَصُومُهُ قُرَيْشٌ فِي الْجَاهِلِيَّةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُهُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ فَلَمَّا قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ صَامَهُ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ فَلَمَّا فُرِضَ رَمَضَانُ كَانَ هُوَ الْفَرِيضَةُ وَتُرِكَ عَاشُورَاءُ فَمَنْ شَاءَ صَامَهُ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَهُ

 

Aişe (r.anha)'dan; demiştir ki:

 

"Aşure günü Kureyşlilerin câhiliye devrinde oruç tuttukları bir gündü. O günde Peygamber (s.a.v.) de oruç tutuyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye gelince aşure günü (yine) oruç tuttu ve o günün orucunu emretti. Ramazan orucu farz kılınınca artık farz oruç ramazan oldu ve aşure terk edildi. (Bundan sonra) isteyen o gün oruç tuttu, isteyen tutmadı."

 

 

İzah:

Buhari, tefsiru sûre; savm, manakibü'l-ensâr; Müslim, sıyâm; Tirmizî, savm; Darimî, savm; Muvatta, siyam; Ahmed b. Hanbel, U, 57,  143; IV, 29, 50; VI,  162.  

 

Hadis-i şerifte önce câhiliyye devrinde Kureyşlilerin ve Hz.Peygamber'in aşure gününde oruç tuttukları bildirilmektedir.Kureyşlilerin o günde oruç tutmaları Hz. İbrahim ve Hz. İs­mail gibi eski Peygamberlerin şeriatlerinden kendilerine gelen haberlerden dolayı olsa gerektir. Kureyşliler aşure gününü, o günde Kâbenin örtüsünü örtmek suretiyle de tazim ediyorlardı.

 

Nebi s.a.v.'in cahiliye devrinde oruç tutması da Nebilikle görevlendirilmeden önceki devre ile ilgilidir. Peygamberlikten sonra ve hic­retten önceki devre ile ilgili olması da mümkündür. Oruç hadd-i zatında hayırlı bir amel olduğu için cenab-ı Allah kendisine izin vermiştir.

 

Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye hicret buyurduktan sonra da Aşure gün­leri oruç tutmaya devam etti ve sahabîlere o gün oruç tutmalarını emretti. Yahudiler de aşure günü oruç tutuyorlardı. Peygamber (s.a.v.) ashabına, Aşure orucunu emrederken, Yahudilerle uygunluk sağlamayı da istemiştir. Çünkü Efendimiz, hicreti tâkib eden zamanda Allah'ın kendisini men'et-mediği konularda ehl-i kitaptan olanların amellerine uygun ameller işle­meyi uygun buluyordu. Nitekim kıblenin değiştiğini bildiren.âyet gelme­den önce, ehl-i kitabın kıblesi olan Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılıyor­du. Ama sonraları onlara muhalefet etmeyi daha üstün tuttu.

 

Buhârî'nin İbn Abbas'dan rivayet ettiği ve Ebû Dâvud'da da gelecek olan bir haberde belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldikle­rinde Yahudilerin Aşure günü oruç tuttuklarını gördü ve:

 

“Bu ne?" diye sordu,                                         

 

Bu mübarek bir gündür. Bu günde Allah, tsrail oğullarını düşmanla­rından kurtardı da Hz. Musa oruç tuttu, dediler. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber:

 

"Ben Musa'ya sizden daha çok müstahakkım," buyurdu ve o günün orucunu tutup ashabına da emretti.

 

Müslim'in Ebu Musa (r.a.)'dan rivayet ettiği bir haberde de Aşure gününün, Yahudilerin değer verdiği bir bayramları olduğu bildirilmekte­dir. Bu, Yahudilerin o günü oruç tutmadıkları mânâsına gelmez, nitekim yine Sahih-i Müslim'deki bir rivayette Hayberlilerin Aşure günü bayram edip oruç tuttukları bildirilmektedir.

 

Hadis-i şerifin devamında, Ramazan orucu farz kılınınca artık farz orucun ramazan orucu olduğu ve Aşure orucunu isteyenin tutup, isteyenin tutmadığı beyan edilmektedir. Bilindiği gibi Ramazan orucunun farz edili­şi Hicretin ikinci yılında olmuştur.

 

Bu hadis Aşure gününün mübarek bir gün olduğunu göstermektedir. Aşure orucunun, Ramazan orucu farz kılınmadan ye farz kılındıktan son­raki hükmüne geçmeden önce bu günü değerli kılan hadiselerin ne olduğu­na kısaca bir göz atalım:

 

Hadisin tercümesine başlamadan önce Aşure gününün, Muharremin 9. günü mü, yoksa 10. günü mü olduğu konusunda farklı görüşler oldu­ğunu ve ulemanın çoğunluğuna göre bu günün Muharrem'in onuncu günü olduğu belirtilmişti. On manasına gelen "aşr" kelimesinden dolayı bu is­mi aldığına da işaret edilmişti. Bazı âlimlere göre ise, Muharrem ayının onuncu gününe Aşure günü denilmesi, o günde on Peygambere on tane büyük ihsanda bulunulmasından dolayıdır. Aşure gününün değerim yücel­ten bu ihsanlar şunlardır:

 

1. Âdem (a.s.)'ın tevbesi bu günde kabul edilmiştir.

 

2. Nuh (a.s.)'ın gemisi bugünde karaya çıkmıştır.

 

3. İbrahim (a.s.) bu günde dünyaya gelmiştir.

 

4. Yâkub (a.s.)'ın gözleri Aşure günü görmeye başlamıştır.

 

5. Yunus (a.s.) balığın karnından bugün kurtulmuştur.

 

6. Yusuf (a.s.) kuyudan Aşure günü çıkmıştır.

 

7. Hz. Musa, Firavn ve ordusundan Aşure günü kurtulmuştur.

 

8. Dâvud (a.s.)*ın tevbesi bugünde kabul edilmiştir.

 

9. Hz. İsa o günde doğmuş o günde göklere çıkartılmıştır.

 

10. Muhammed (s.a.v.)'ın gelmiş geçmiş bütün günâhları aşure günün­de affedilmiştir.

 

Buhari şârihi Aynî'nin bildirdiğine göre bazı âlimler, tdris Peygambe­rin semaya kaldırılışının, Eyyub Peygamber'in hastalıktan kurtuluşunun ve Süleyman (a.s.)'a saltanatın ihsan edilişinin de bugünde olduğunu söy­lerler.                                                     

 

Nebi (s.a.v.) torunu, Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edilişi de Aşure gününe, yani Muharrem'in onuncu gününe rastlar. Ancak adı ge­çen güne gösterilen saygı, bu yüzden değildir. Çünkü Kerbelâ hâdisesi Hic­retin 61. yılında olmuştur. Halbuki bu günü Peygamber (s.a.v.) hicretten itibaren hatta daha önceleri kutsal saymış ve oruç tutmuştur. Üstelik bir günün kutsallığı, o günde olan kötü hadiselerden çok sevindirici, hayırlı hâdiselerden dolayrolur. Nitekim Hz. Peygamberdin doğum gecesi olan Mevlid tüm İslam âleminde ihtifallerle anıldığı halde, vefat günü hiç anıl-mamakta hattâ halk tarafından bilinmemektedir bile. Yukarıda görüldüğü gibi aşure gününde Peygamberlerin karşılaştıkları hadiseler hep ihsandır, sevindirici şeylerdir. Kerbelâ hâdisesi ise, bütün müslümanlann büyük bir üzüntüyle andıkları hiç hatırlamak istemedikleri acı bir hâdisedir. O halde Aşure günü tutulan orucun Kerbelâ hâdisesi ve Hz. hüseyin'in şehîd edilişi ile hiçbir ilgisi yoktur. Aşure gününü Kerbelâ hadisesi yüzünden kutsallaş­tırmanın ve bu yüzden oruç tutmanın îslâmî ve dinî hiç bir yönü olmadığı gibi, bir bid'at olması hasebiyle İslama aykırıdır da.

 

Üzerinde durduğumuz hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, Aşure orucu önceleri farzdı. Ramazan orucu farz kılınınca neshedildi. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve Şâfiîlerden bazıları bu görüşü benimsemişlerdir. Ba­zı Şâfiîler ise, Aşure orucunun başlangıcından beri sünnet olduğunu, an­cak Ramazan farz kılınmadan önce müekked olduğu halde Ramazanın farz kılınışından sonra müstehap hâle geldiğini söylerler.

 

Aşure orucunun önceleri farz iken Ramazan orucunun farz kılınması İle neshedildiği şeklindeki görüş daha kuvvetlidir. Çünkü bu hükmü kuv­vetlendiren bir çok hadis vardır. Bir kaç tanesinin anlamı şöyledir:

 

Seleme b. Ekvâ'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.)'ı, Aşure günü insanlara; "Yiyen (oruca niyetlenmeyen) tamamlasın veya oruç tut­sun, hiç yemeyen de artık yemesin (oruç tutsun)" diye ilan etmesi için bir adam gönderdi.

 

Esma el-Eslemî şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) beni kavmimden müslümân olanlara gönderdi ve şöyle dedi; "Kavmine Aşure günü oruç tutmalarını emret. Onlardan o günün başında yemiş (oruca niyetlenme­miş) olanları bulursan, kalanında tutsunlar".

 

Câbir (r.a.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

 

Rasûlullah (s.a.v.) bize Aşure orucunu emrediyor, ona teşvik ediyor ve ona ahid alıyordu. Ramazan orucu farz kılınınca bize emretmedi* Neh-yetmedı ve bizden onun içinahid de almadı."

 

Yukarıda naklettiğimiz hadisler ve daha başkaları Aşure orucunun önceleri vacib olduğunu göstermektedir.

 

Aşure orucunun vacib olmadığına işaret eden hadisler de vardır. Me­selâ Buharî'nin, Muaviye b. Ebû Süfyan'dan rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bu Aşure günüdür. Gerçi ben oruçluyum ama Allah o günün orucunu bize farz ki I m anı ıştır. Sizden dileyen oruç tutsun, dileyen tutmasın."

 

Bu hadiste kastedilen, Aşure günü orucunun devamlı olarak farz kılınmayışıdır. Ramazan Orucunun farz kılınmasından önceki devrin hükmü değil, Hz. Muaviye'nin Mekke fethi yılında Resûlullah'a sahâbî oluşu da bu anlayışa güç katar. Halbuki yukarıda geçen ve Aşure orucu ile ilgili ilanları bildiren haberler, hicretin ikinci yılında olmuştur.

 

Sahih-i Müslim'de de îbn Ömer (r.a)'den Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "Aşure günü câhiliye insanlarının oruç tuttukları bir gündür. Sizden o gün oruç tutmak isteyenler tutsun, istemeyenler de tutmasın" buyurduğu bildirilmektedir. Bu hadiste Aşure orucunun hiç farz olmadığını göster­mez çünkü bu sözün ramazan orucu farz kılındıktan sonra söylenmiş ol­ması muhtemeldir. Hattâ farklı rivayetlerin arasını te'lif bakımından bu şekilde anlamak gereklidir.

 

Aşure günü orucu konusundaki hadislerin tümü göz önüne alınınca anlaşılmış oluyor ki; "Aşure orucu önceleri müekked sünnetti. Bu neshe-dildi ve müstehab olarak kaldı" şeklindeki anlayış zayıftır. Aksi farz olu­şu neshedilmiş ve kuvvetli bir sünnet olarak hükmü devam etmektedir. Hz. Peygamberin vefatından bir yıl önce bu orucu tutup seneye dokuzun­cu günü de tutmayı, istemesi bunu gösterir.

 

Aşure günü oruç tutmanın faziletine delâlet eden daha bir çok hadis vardır. Bu hadislerden bir kaç tanesi Sünen-i Ebû Dâvud'da bu ve bundan sonraki bablarda gelecektir. Diğer hadis kitaplarında bu konuda vârid olan hadislerin birkaçı da şunlardır:

 

Ebu Katâde'den Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiş­tir; "Aşure orucunun, ondan önceki bir senenin günahlarına keftâret ola­cağını zannederim."

 

Ali r.a.’den rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber'e: Ramazandan sonra bana ne zaman oruç tutmamı emredersin? diye sor­muş. Hz. Peygamber de şu cevabı vermiştir:

 

"Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. O ayda öyle bir gün var ki, Allah o günde bir kavmin tevbelerini kabul etmiş, bir kavminkini de kabul edecektir"

 

Aşure günü oruç tutmak sünnettir. Bu konuda bütün âlimler müttefiktirler. Ancak ileride geleceği üzere yahudilere benzememek için sadece aşure günü değil, bir gün önce veya sonrasıyla birlikte tutulur.